19 Şubat 2015 Perşembe

Çocukluğum, Çocukluğumuz...



 Ahh ne güzel günlerdi o günler... Teknolojiye dair çok şeyimiz yoktu ama mutluluğumuz vardı. Her şeyin tadı farklıydı. Gerçekten o günleri yaşayabilen son nesil olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Şimdi ise hayattan bir tat alamıyoruz. Olmuyor işte eskisi gibi olmuyor. Ne varsa eskisinde var. Neyse çok uzatmadan galerimize geçelim. Yanınıza bir peçete alın çünkü duygulanıp, gözleriniz yaşarabilir.





Şu bisiklet süslerini jantlarımıza taktığımızda ne de mutlu olurduk. Kendimizi havalı hissederdik.Özellikle şu yıldızlı olanlar var ya en nadir bulunan süslerdendi. Çok iyi hatırlarım bi arkadaşıma bu süsleri almak için tam 10 adet cips almıştım. Süsleri elde ettiğimde ise benden mutlusu yoktu.



Atariiiiiii... Bir devrin efsanesi...Her evde olmazsa olmazdı. Saatlerce oynardık. Mortal Combat, Super Mario, Power Rangers ... 9999 in 1 kasetlerini hatırlayan var mı? Evet bir kasetin içinde 9999 oyun olduğuna bizi inandırmışlardı. O kasetlerden ilk kez satın aldığımda eve koşa koşa gidip açmıştım. Sonrası tabii hayal kırıklığı. İçinde sadece 1 oyun vardı. Günlerce bu yüzden ağladığımı bilirim.

O kadar düşük kaliteli grafikleri olmasına şuanki hiçbir oyun bu eski oyunların tadını vermiyor. Olmuyor, yapamıyorlar.Bir şey eksik... 

Bugün dayanamayıp o eski atarilerden sipariş verdim. Heyecanla kargomun gelmesini bekliyorum. 



Fotoğraf filmlerimiz... Her anımız bunlarda kayıtlıydı. Filmler bitince yeni bir film alırdık. Ahh o günler... Sürekli açıp kareleri tek tek güneşe tutup bakmaya çalışırdık.Hele bir de yanlışlıkla parmağımız filmi kapatınca o an boşa giderdi. İstendiği kadar MP'si yüksek olan kameralar yaparlarsa yapsınlar bunların tadını hiçbiri veremeyecek.



Mahalle maçlarının vazgeçilmez efsanesi... Hatırlarım ilk maçımı bu topla yapmıştım. Tabii o zamanlar küçük olduğum için beni kaleye geçirmişlerdi. O maç tam 7 gol yemiştim. Yemediğim küfür kalmamıştı takım arkadaşlarımdan. Bide bilen bilir bu toplar havası inince resmen taş gibi sert oluyordu. Bu top yüzünden kaç defa burnum kanadı hatırlayamıyorum.Sonra yerini bu dikişli toplar aldı. Tabii bizlerde dikişli topun dikişlerini söküp içindeki plastiği çıkararak bu kameslerden içine yerleştirirdik. Böylelikle dünyanın en iyi topuna dönüşüyordu. Seni unutmayacağız kames...




Hepimiz birer ressamdık bu karbon kağıtları sayesinde. Resim derslerinin vazgeçilmeziydi.Üstüne çizeceğimiz resmi koyar, altına resim kağıtlarımızı koyup kopyasını çıkarırdık. En zor resimleri bu kağıtla çizmek çocuk oyuncağına dönüşüyordu. Ve tabii çizdikten sonra arkadaşlarımız ve ailemize hevesle ''İşte ben yaptım !!'' diyerek gösterirdik. Seni de özlüyoruz karbon kağıdı...





Mantar tabancalarını hatırlamamak mümkün değil. Tüm çocuklar bundan alıp, karşılıklı çatılardan çatışmaya başlardık. Çok fena ses çıkarırdı. 

Bir keresinde arkadaşımın biri -hatta adını hatırlıyorum- Tunahan, belime çok yakından bu silahla sıkmıştı. O acının tarifini yapmam mümkün değil. Saatlerce ağlamıştım. Ama sonra yeniden bu silahla oynamaya devam etmiştim. Kolay kolay küsmezdik biz her şeye. Şimdi öyle mi? Farklıydı... Her şey farklıydı...



Hugo ve Tolga Abi... Cine5 kanalının başında günboyu bu programın çıkmasını beklerdik. Telefonla bu oyuna katılmak her çocuğun hayaliydi. Çok istemiştim bağlanıp oynamayı ama hiç nasip olmamıştı. Ne de severdim Börtü Böcek oyununu... 

Ekrana bakarak o eski ev telefonlarının tuşlarına basıp oyun oynayan çocuklar ünlü oluyorladı. İlkokul arkadaşlarımdan birisi bağlanmıştı. Ertesi gün çocuğun yanına bile yaklaşılmıyordu. Öyle bir hava öyle bir artistlik ki anlatamam. 

Sonra tabii bilgisayarlara oyunları çıktıktan sonra programın yavaştan sürecini doldurdu. Programdan sonra ilk defa Tolga Abi'yi 3 Adam'a katıldığında görmüştüm. Yine heyecanlıydık hepimiz... Üşüyoruz Hugo reis...




Ne hoş bir tadı vardı bu Cino'nun...Özellikle o portakallısı yok mu ooo efsaneydi. İlkokulda neredeyse tüm harçlığımı bu çikolataya yatırırdım. Günlük 1 lira alırdım. 25 kuruşluk olanları hemen bitiririm  diye küçüklerinden yani 10 kuruşluklardan 10 tane alırdım. Her saat başı teker teker yerdim. Unutamıyorum tadı hala damağımda...




Takao, Kai, Rei, Max ve Bilgiç'in olduğu zamanlarda çocuktuk sabahın köründe Atv'nin başına geçer izlerdik. 

O zaman oyuncakları yeni çıktığından şimdikinden daha pahalıydı. Hele beyblade sahaları çok çok pahalıydı. Biz de yemek tepsisini kullanırdık saha niyetine. Evet evet bildiğimiz tepsiler. Bazı özel beybladeler tepsinin kenarlarına çarptığında ise kıvılcımlar çıkarırlardı. Saatlerce elimize çubuğunu ve çevirme aletini alıp beyblademizi diğer arkadaşlarından daha hızlı çevirip oyunu kazanmaya çalışırdık. 

Hatırlıyorumda bir keresinde arkadaşımın beybladeni kırmıştım. Babama şikayet etmişti. Babamda yenisini almıştı. İşte o gün çok utanmıştım. Ama uslanır mıyız hiç! Beybladeye devam ...



El atarilerini unutmak mümkün mü? Özellikle büyük bir heyecanla oynadığımız o Tetris oyununu... Ben pek beceremezdim gerçi o oyunu. O yüzden ablama oynatırdım. Rekor kırılınca arkadaşlarıma 'Bakıııın ben yaptım' diyerek hava atardım. Ha bir de içinde araba yarışı vardı. Engeller olurdu ve o engellere çarpmadan ilerlerdik. İşte o oyunda cidden iyiydim. Şimdiki yüksek grafikli telefon oyunları bu oyunların yanından bile geçemez.




Freddy Çakmaktaş, Gözlüklü Şirin, Raphael, Pikachu, Splinter Usta, Ash, Casper, Jetgiller, Digimon... Çocukluğumuzun kısa bir özeti olarak sayabiliriz bunları. Bu çizgi filmleri izlemek o kadar tatlı gelirdi ki bize televizyon karşısında mest olurduk. Hala da izliyorum bunları.

Balbasar'ın o sarmaşıkla saldırıları, Michelangelo'nun pizza için her şeyi yapması, Dino'nun o komik koşuşu, Sakar Şirin'in her yeri mahvetmesi...

Yok arkadaş yeni olan hiçbir şey eskiyi tutmuyor.



İş eğitimi derslerinin olmazsa olmazı...Binbir uğraşla alçı bulup içine koyarak donmasını beklerdik. Ondan sonra sulu boyalarımızla bir güzel boyardık. Resimde görülen şu tavşanlı olandan o kadar çok yapmıştım ki artık ezbere renklerini  boyayabiliyordum. Yine olsa yine yapmak isterim.




 Ne kadar Power Rangers kıvamında efektlere sahip olsa da kafa yormadan zaman geçirmek için çok hoş bir diziydi Ruhsar... Hande Ataizi ve Mihrace Yekenkülüğ gibi kadrolu taş hatunlar yetmezmiş gibi her bölümde mankenler geçidi yaşanırdı. İzlerken gülmekten yerlerde yuvarlandığımı hatırlarım. O dönemin en iyi dizilerinden birisiydi. Geri dön Ruhsar...



Sol baştakini vurarak hepsini yutmak... Çok kavga ederdik bu zamanın en iyi oyuncakları yüzünden. Onlarca arkadaşıma sırf beni yuttuğu için küstüğümü hatırlarım. İnadına giderek paramla satın alırdım. Çünkü pek beceremezdim oynamayı ama inatla oynamaya çalışırdım.

Herkese sergilemek içinse kola şişelerine tüm bilyelerimizi koyardık. Ne günlerdi beee...





Futbolcu kartları, içlerinden çıkan o küçük yapışkanları biriktirerek aldığımız oyuncaklar unutulmazlar arasında yer alıyor tabii ki. Üst üste atarak aynı takım geldiğinde yerde bulunan tüm kartları alırdık. Takım kadrolarını kurardık. Onların özelliklerine göre saha dizilişi yaparak küçük kağıttan top yaparak kaleden kaleye gol atmaya çalışırdık. 

Abartarak tam 2 koli bu kartlardan almıştım. O zamanın parasıyla 30 lira vererek almıştım. Tam 1 aylık harçlığıma denk geliyor yani. Düşünün ne kadar önemliydi benim için. Özledim valla özledim hepsini.


Bu plastik motora binmeyeniniz var mıdır acaba merak ediyorum. Tüm çocukların vazgeçilmez motoruydu. Bakkala bununla gidip aldığımız yiyecekleri arkadaki sepete atardık. Özellikle taşlı yollarda tekerleklerdeki kırmızı şeritler dağılırdı ve bu bizi çok sinirlendirirdi. 

Hala satan yerler var bu motorları. Alıp bir tane ilerdeki çocuğuma saklamayı düşünmüyor değilim.





Tek kusuru çabuk bitmesiydi bu güzelim meyve suyunun. Kızlar içtikten sonra direkt çöpe atarlardı. Ama biz erkekler öyle mi içerdik, şişirip patlatırdık. Az dayak yemedik öğretmenimizden bu yüzden. Olsun o ses için her şey değerdi. 

Bugün A-101'den aldım birkaç tane. Bakalım eskisi gibi mi tadı çok merak ediyorum.




Teneffüs zili çaldığında okul kantinine yığılırdık hepimiz bu meybuz için. Dakikalarca açmaya uğraşır açtıktan sonra suyunu emip buzunu atardık. Resimde görülenler küçük, ucuz olanlar. Bir de bunlar Lili adı altında satılanları vardı. İkiye bölüp zevkle yerdik. Imm ne lezzetliydi ama...





Öncelikle gazoz içilir sonra sağlam bir taş bulunur. Ardından kapak ters çevrilerek taşla vurulup düzleştirilir. 

Heyt be ne zevkliydi bunlarla oynamak. Resimde gördüğünüz Fanta kapakları diğerlerine göre daha değerliydi. Bu kapakları saklamak içinde önceden benzin istasyonlarında verilen peçetelerin kutularını kullanırdık. Şimdilerde ise ne zaman bu kapakları görsem eski günler gözümün önünde canlanır.


Hepimizin sınıfında vardır  MonAmi pastel boyaları olan zengin kız. Çok kaliteli ve  pahalı olurdu bunlar tabi benim hiç olmamıştı bundan. Normaldir kardeşim memur çocuğuyuz biz. 

Resimde de gördüğünüz üzere tam 48 rengi oluyordu. Ama içlerinden en gereksizi beyaz olandı. Bütün boyalar kullanılırdı ama o beyaz boyayı kimse kullanmazdı. Hala mantığını çözememişimdir kardeşim beyaz pastel boyayı kim ne yapsın, nereyi boyasın? 





Bunu ilk keşfettiğimde kendimi sihirbaz gibi hissetmiştim. Ne acayipti ya ??

Özellikle de diğer bozuk paralara göre daha büyük boyutlu olan 50binler ile yapardık. Ayrıca Faber Castell'in kırmızı kalemleriyle ayrı bir güzel olurdu.Tüm ders boyu sıra altında bunlarla uğraşırdık. ''Acaba tek derste en fazla kim karalama yapacak?'' diye. Onu bunu değilde ben 50 bin lirayı çok özledim. Koleksiyonunda olan biri varsa ulaşabilirse bana çok mutlu olurum.



''Wohwwaaaawawwaaw !! Anneee bak canavar oldumm.'' Yalnız şaka maka dişlerimizi taktığımız anda canavara dönüştüğümüzü zannederdik. En azından ben öyle hissederdim.

Bu efsane vampir dişlerimizi unutmak mümkün mü be kardeşim. Jelibonların yanında hediye olarak verilirdi bazen. İşte o anı fırsat bilip tüm harçlıklarımızla jelibon alırdık bizlerde.




Kabını açarak yediğimi hatırlamadığım altın çikolatalarımız... O folyo kabı ağızda çikolata ile çiğneyip, sonra o folyoyu "püüürh" diye kızların üzerine atarak, kızlarla iletişim kurmaya çalıştığım günler geldi aklıma...

Tabii ilk gördüğümde gerçekten altın sanmıştım ve çikolata kavanozumda hepsini biriktirirdim. Zengin olacaktım ben. Hayallerimi yıktı bu dünya...




Uzun, her birinde 5 adet meyve sakızı bulunan şeritleri alırdık sürekli. Bu sakızların bir özelliği ise yaklaşık 2-3 dakika çiğnedikten sonra tüm aromasını yitirmesidir. Olsun olsun yine de bayıla bayıla çiğnerdik.

Benim favori meyve sakızım ise limondu. Nedendir bilmiyorum ama arkadaşlarımla birlikte aldığımda onların limonlarıyla benim diğer meyvelerimi takas ederdim. Şuan bu yazıyı yazarken ağzım sulandı resmen. Seni de çok özledim meyve sakızı...



Tüm kitaplarımın şekilsiz, yamuk yumuk olmasının tek sebebidir bu gördüğüz şey. Dersten sıkıldığımızda açardık kitabımızı başlardık tek tek katlamaya. En son yapabildiğimiz yere kadar yapardık. Çabalardık. Ama ordan bir arkadaşın çıkar ve hepsini bozardı. Haydaaa sonra başlasın kavgalar. O kavgaları bile özlüyorum çünkü değiyordu kardeşim kavga ettiğine. Sen emek verip dakikalarca katlamışsın ordan biri çıkıp bozuyor. Ayıp ayıp.



Canım TeleText'im benim. Tüm haberleri bu arayüz sayesinde tüplü televizyonlarımızdan öğrenirdik. Özellikle spor haberlerini, puan durumlarını. 

Fotoğrafta görünenlerden birini seçerek yanında sayıyı kumandamızdan girerdik ve beklemeye başlardık. Seçtiğimiz sayıya gelene kadar epey de beklerdik bazen. Kısaca döneminin bilgi kaynağıydı diyebiliriz.


Patlayan Şekerleeeeerrr... Atardık ağzımıza çat pat, çat pat seslerde erirdi. Muhteşem bir lezzeti vardı. Bir de bunun kolalısı vardı. Asıl ona ben bitiyordum. 

Şimdiki şekerlerle felan kıyaslanmaz bile patlak şekerlerin tadı. Ne demek efendim ne münasebet o eski şekerlerimizin yanından bile geçemezler.




Aman Allah'ım bir LC Waikiki kazağına sahip olmak ne kadar önemliydi bizler için. Döneminin en pahalı mağazalarından biriydi. Şimdiki gibi değildi tabii. En kaliteli ve pahalı ürünler burada bulunurdu. Waikiki'nin asıl önemli olayı ise maskotuydu. O maymun çok hoş gelirdi o zamanlar bizlere. Komşumuzun çocuğunda bu maymundan vardı. Sürekli onlara gidip gıptayla o maymunu izlerdim. İzlerken hayallere düşerdim. Ahh nerde o eski LC Waikiki...




Kaç cam kırdık bununla, kaç çocuğun kafasını kanattık hatırlayamıyorum.Hafif, sert ve düzgün taşlar özenle yerden toplanır sapana gerilir ve hedefe nişan alınır ... BAAAAM!!!

Ayriyetten sapan savaşları yapılırdı. Bu savaşa herkes katılamazdı. Takımlara seçilmek için önce mülakatlar düzenlenirdi. Boş gazoz şişeleri belirli bir uzaklığa sırayla dizilirdi ve atış yaptırılırdı.Hepsini vurduğunda ise iki takımda seni almak için savaşırdı. Çocukluğumuzun Call of Duty'si diyebilirim kuş sapanlarına...




''Öğretmeniiiim ben tüm kitaplarımı ciltledim, tüm etiketlerimi doldurdum ve düzgünce yapıştırdım. Bana artı verecek misiniz???'' 

Ne de önemliydi o zamanlar bizim için bu etiketler. Özenle tek tek tükenmez kalemle doldurulurdu. 1. sınıflarda dümdüz yapıştırılırdı. 2-3-4 derken etiketler yamuklaşmaya başlardı...

 Size bir şey itiraf edeyim ben ilkokulda sevdiğim kızın adını etiketlerime yazardım. İçine kalp çizerdim sonra onun kitaplarıyla değiştirirdim. Bir nevi aşk ifadesiydi bizim için etiketler...




Aranızda yol kenarlarında bu çiçeği görüp balını emmeyenleriniz varsa çok şey kaçırmış demektir. O tadı asla unutamıyorum ve tarif edemiyorum. Muhteşemdi.

Bizim bir de ekibimiz vardı bu çiçekler için. Herkes bir yana dağılırdı ve bu çiçekleri arardık. Bulduğumuzda ise tüm ekibi toplayıp hep beraber yerdik. Tadına doyum olmazdı. Özlüyorum, özlüyorum, özlüyorum...



Şu resmi görüpte duygulanmamak mümkün müdür?

Koltuklar birbirine yaklaştırılır, kırlentlerle destek yapılır ve üstüne hafif bir çarşaf serilir. Veee evet işte çadırımız hazır. 

Tüm oyunlarımızı çadırlarımızın içlerinde oynardık.Ayrı bir hava katardı o çadırlar.Onların içinde her şey bizim kurallarımıza göre olurdu. Çünkü o çadırların reisleri bizlerdik. Kaldı mı böyle masumluklar?




''Annneeeeeee öğretmenimiz ödev verdi. Şekillerle patates baskı yapacakmışız. Ama annee ya ben herkesten farklı şekiller olsun istiyorum. Bana yardım eder misin?''

 Meyve bıçaklarıyla patatesler ikiye bölünür ve ortasına şekiller çizilirdi. Sonra boya ve kağıda basss...

Patatesle aşk itirafı nedir bilir misiniz? Kalp şeklinde patatesimi kesmiştim. Ve kırmızı sulu boyamla bir güzel boyamıştım. Kağıdın çevrelerine bu baskıdan yaptım. Sonra ikimizin isimlerini yazdım. Seni seviyorum anlamına gelirdi bu. 

İşte böyle güzel bir şeydi patates baskıları...




Eveeet en efsanesini en sona koydum. Tasolar... Çocukluğumuzun can parçaları...

Bakkala giderdik, cips raflarının hemen önüne dizilirdik. Sonra bakkal arkasını döndüğü an ellerimizle cipsleri tek tek seçerdik. 'Acaba hangisinin içinde taso vardı?' Tabi bu arada bütün cipsleri mahvederdik. Eğer bir de yakalanırsak bakkala var ya oooo. Yüzümüz hemen kızarır ve kaçmaya başlardık. Olsun bu tasolar için her şeyi yapardık. Gerekirse rezil olurduk, gerekirse dayak bile yerdik. 

Tam 1000 adet tasom vardı. Evet yanlış okumadın dostum tam bin tane. 'Nasıl mı yaptım?' Anlatıyorum bak iyi dinle. Önemsiz tasolarımı hafif ortasından bükerdim. Sonra üst üste dizerdik rakibimle. Tabi ben bunu en alta koyardım.Sonra  'Res veya Tas' diye atardık. Eğer benim dediğim çıkmazsa ilk atışı o yapmadan alttaki tasoyu ''Aaa ben bunu çok seviyodum'' diyerek diğerleriyle değiştirirdim.Ama ben ilk atışı yapacaksam hemen atıp tümünün döndürürdüm. Böyle böyle tam bin tane yapmıştım. 

Bir gün kafam esmişti hepsini evimizin yanındaki nehre atmıştım. Şaşırmayın. Ben Hatay'da Kavaslı Polis Lojmanları'nda büyüdüm. Orada hemen yanımızda Asi Nehri vardı oraya fırlatmıştım. Çok pişman olmuştum sonradan. Hala da pişmanım. Hatırladıkça gözlerim doluyor...



Bu değerli ve uğraşlı yazımın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Hatırlayabildiğim tüm anılarımızı sizlere tekrar yaşatmaya çalıştım. Umarım başarılı olabilmişimdir.

Listemizde bulunan çoğu şeyi satan bir site buldum. Hemen hemen her şeyi oradan temin edebilirsiniz. ( site için tıkla )



  






0 yorum:

Yorum Gönder